22 Mart 2013 Cuma

Hayatın en önemli öğünüdür kahvaltı


Merhabalar,
Ufak bir ara verdik yolumuza tekrar devam ediyoruz. Anılarımız sırtımıza yükleyip, unutmak istediklerimizi yolun kenarına bırakıp öyle devam ediyoruz ama.
 Geçtiğimiz pazar, erkenden kalkıp evden çıkarken üst komşudan gelen kızarmış ekmek kokusuyla canlandı zihnimde herşey. Evet eskiden ''Pazar sabahlarımız'' vardı. Cumartesi akşamından, pazar kahvaltısı için özel bir alışveriş yapılır, annem erkenden kalkar, ballar kaymaklar, çeşit çeşit peynirler, yeni tabağa konulup üzerine zeytinyağı gezdirilmiş kekikli zeytinler, omletler... Ve daha sayabileceğim milyonlarca şey tabi... Küçüğüm o zamanlar, tam bakkala, markete gönderilme yaşı yani, elime üç beş bozukluk tutuşturulur ''Kızım bir çiftli ekmek bir de gazete al ama eklerini unutma'' denir.
 Elimdeki parayı kaybetme korkusuyla sıkı sıkı tutarım, ta ki bozuk paralardan parmaklarım acıyana dek. Koştur koştur eve dönerim, kızarmış ekmeğin en güzelini kapabilmek için sofrada, ben yetişemesem de hep bana verilir zaten ama çocuk aklı işte... Yuvarlak masaya yerleştirilir çeşit çeşit mutluluk ve kimseyi sinirlendirmez ekmeğinle kavuşturmaya çalışırken örtüye döktüğün böğürtlen reçeli....
Tadını çıkarmayı, değerini, pek bilemedim o pazar sabahlarının aslına bakılırsa... Daha fazla uyumak için, ekmek almaya gitmemek için, yumurtanın beyazını yememek için hep yalvardım. 
Babamın çayını doldurmadığım, anneme mutfakta yardım etmediğim, sabahları erken çıkmak zorunda olduğum pazar sabahlarım var artık. Türkçede ''Mısır Gevreği'' dediğimiz, anılardan ve pazar sabahlarından bir haber kahvaltılıkla geçiriyorum ne zamandır sabahlarımı.
Peynir vardı mesela çeşit çeşit; dil peyniri kaşar peyniri, beyaz peynir, krem peyniri... Klasik Türk kahvaltısında beyaz peynire ek iki çeşit peynir mutlaka bulunuyor zaten, hadi bizde böyle dedim de diğer ülkelerde nasıl diye merak etmedim değil aklıma gelince benim sevgili pazar kahvaltılarım, açtım elimdeki bütün yemek kitaplarını, kahvaltıya dair ne varsa araştırmaya çalıştım, peynirlere, reçellere, hamur işlerine kadar bakındım durdum. Arada ilginç bir sürü şeye de rastladım. 
Klasik Türk kahvaltısında peynirin vazgeçilmez bir öğe olduğunu söylemiştik zaten fakat Amerikan kahvaltısında peynir diye birşeyin olmaması oldukça şaşırtıcı. Peynirin meşhur olduğu birçok Avrupa ülkesinde de aynı şekilde. Mesela Fransa'da peynir bir kahvaltı öğesi olarak değil, özellikle akşam yemeğinden sonra yemeğin üzerine yemek için ayrı bir tabakta geliyor masaya . 
Bunlara karşılık peynire hak ettiği değeri en çok veren Avrupa ülkesiyse Hollanda. Hollanda'da peynirin her çeşidi kahvaltı sofralarının baş tacı ediliyor.
Diğer bir kahvaltı öğesi ise Zeytin (: Nerden çıkmış, nasıl sofralarımıza taşınmış bu Zeytin diye merak ettim, soyadımın da Zeytun olmasıyla hem etimolojik kökenine biraz baktım hem de neden kahvaltı sofrasının yenilsin yenilmesin, herzaman başköşesine konulduğunu merak ettim. Etimolojik olarak zeytin, dünya dillerinde zeta, zai, zertum, zeirtum, zait, zaitun, zeytin, elaiwa, elaia, olea, oliva, olive, oleum, oli, huile, oil, aceite kelimeleriyle isimlendiriliyor. Eski adlarda, hatta günümüzde Olivia, Olive, Olivier, Olivares, Zeytin isimleri çocuklara da verilmektedir. Şükrediyorum ki benim sadece soyadıma uygun görülmüş kahvaltı sofralarımızın baştacı.
İlk zeytin fosiline, yaklaşık olarak MÖ6000 yılında , bugünkü Suriye sınırları civarında rastlanmıştır. Bütün dünyaya da buradan yayılmıştır. Zeytinyağı da tarihin en başından beri yalnızca yemeklerde değil, dinsel, sağlık, yakıt gibi birçok alanda da kullanılmıştır. Firavun Tutankamon'un mezarında rastlanan MÖ1325 tarihli zeytinyağı da bunun en büyük örneği sayılabilir.
Bir başka kahvaltı öğesiyse hamur işleri. Bizlerde annelerimiz hamur kızartır, börek yaparlar, simit alırlar. Fakat bizimkilere karşılık Yunanistan'da poğaça, Belçika'da Wafel, İngiltere'de meşhur tatlıları Scones, Fransa'da kruvasan, Amerika'da ise pancake kahvaltı sofralarında hamurişlerinin yerini dolduruyor. Ama bana göre çoğu da, ananenizin sırf siz seviyorsunuz diye yaptığı ağzınızda dağılan o ince kol böreğinin yerini tutmuyor.
Biraz da reçellerden bahsedelim o zaman. Reçel, meyveden koku elde etmeye uzanan çok eski bir yiyecek tarihinin günümüzdeki mirasçısı sayılır. Dünyaya Ortadoğu'dan yayılan reçel hakkında bilgi sahibi olabilmemiz için önce şeker kamışından da az biraz bahsetmek gerekir sanıyorum. Şeker kamışı MÖ510 yılında Pers askerleri arılar olmadan bal veren kırmızı kamışlar bulduklarını düşünerek, şeker kamışını koruyup, sırrını saklarlar ve mucizevi bir bitki olduğuna inanırlar. Ancak 7. yy'da Araplar şekerkamışının sırrını çözerek yetiştirmeye başlarlar ve dünyanın birçok yerine büyük bir hızla yayılır. Avrupa'ya ise Haçlı seferleriyle giden şeker kamışı,  meyvelerle kaynatılarak ilk ilkel reçel elde edilir. İngilizce'deki Jelly kelimesi de Fransızca'daki  “gelée” yani pıhtılaşmak kelimesinden gelir. Bizim kültürümüze de ilk olarak Gül Reçeli olarak giren bu güzel tat daha sonradan çeşitlenerek bugünkü halini alır. Herkes bizim gibi de birtek kahvaltı sofralarına koymaz reçeli. Örneğin İsveç'te böğürtlen reçeli, ren geyiği etinden yapılan bir tür sac kavurmasının üstüne sos olarak kullanılır. Bizdeyse buna en yakın olabilecek örnek; meşhur anane kompostolarımızdır.

Yarın perşembe, daha pazara çok var, erken kalkıp gitmem gereken, kızarmış ekmek kokusunu yalnızca kapıdan çıkarken üst komşudan duyacağım bi ruhsuz pazara daha... Ama ne olursa olsun, küçüklüğüme dair sevgiyle hatırlayacağım bütün anılarımın pazar gününe ait olmasıyla hala bir umut var içimde belki eski pazarlarım geri gelir diye...

Sevgiyle kalın .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder