16 Aralık 2010 Perşembe

Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül bir dost ister kahve bahane...

Selamlar efendim;
 İngilizceye kafayı takmış durumdayım. Anlıyorum ama konuşamıyorum klişesinin biraz ilerisinde sayılabilirim. Fakat bu iş pratik olmadan yani gidip bir yurt dışı görmeden olmuyor dostlarım, ben de en yakın arkadaşlarımdan biriyle gittim bir work and travel şirketine kayıt oldum. Fakat oraya gitmeden önce azcık kendimi alıştırmam lazım ki orada şappadanak kalmayayım. Ben de hemencecik yabancı arkadaşlar edinmeye karar verdim.
 Günlerden bir gün dersten çıktım, elimde gazetem şööyle sıcacık bi köşe arıyorum Santral'de. Çıktım So Cafe'nin üst katına, bir kız 3'er kişilik karşılıklı koltukta tek başına oturuyor. ''Oturabilir miyim?'' dedim. ''Sure'' dedi. Aha dedim Erasmus Öğrencisi (: Gittim karşısına oturdum. Dedim ki '' Türkçe öğrenmek ister misin?'' Bekliyorum ki ''Aa evet '' falan gibi bi cevap versin. ''Ben zaten Türkçe dersi alıyorum ki '' dedi. Bi an duraksadım, sonra ''Canım benim bu dil işi pratik yapmadan olmaz gel ben sana Türkçe pratikte yardımcı olim, sen de bana İngilizce pratikte'' , onun da kafasına yattı bu fikir, önce telefon numaralarımızı aldık sonra facebook'tan ekledik birbirimizi ve uzun uğraşlar sonucu ortak bi boş vakit bulup buluşabildik. Kız Hollanda'lardan buraya gelmiş gidip Burger King yenmez, ben de mantı tavsiye ettim ama pek aç olmadığımız için atıştırmalık gözleme yedik. Ardından dedim ki ''Hiç Türk Kahvesi denedin mi?'' ''Hayır'' diyince şaşırdım, ''Buraya gelip Türk Kahvesi denemeden gitmek olmaz'' dedim . Gittik Taksim'deki Ada Cafe'ye. Bilenleriniz vardır mutlaka, Tünel'e doğru inerken sağda kalan koskocaman bir restoran/cafe. Bir tarafı tamamen kitaplarla doldurulmuş süper bir yer. Gittik kahvemizi söyledik, dedim ''Hem fal bakmayı da denerim sana'' Baya ilgisini çekti. Başladık kahvelerimiz beklemeye.
   Geçtiğimiz yazılarda da söylediğim gibi baya uzun bir süre Starbucks'ta çalıştım. O yüzden kahveyle ilgili iyi kötü bir şeyler biliyorum. İlk kahveler hepimizin de bildiği gibi Yemen'den getirilmiş. Yemen'de kahve uzun zikir geceleri için uyarıcı olarak kullanılıyormuş. Sonra 1550'li yıllarda iki Suriyeli tüccar tarafından (Bu bir efsane, birçok farklı fikir var bununla ilgili) Osmanlı'ya gelen kahve, ilk kahvehanenin de açılmasıyla kültürümüzün önemli bir parçası olmaya ilk adımını atmış oluyor. Türkler tarafından göğüm  ve cezvelerde hazırlanarak yeni bir tat elde etmesiyle de Türk Kahvesi adını alıyoor. Demin bahsettiğim ilk kahvehane Tahtakale'de açıldıktan sonra hızla yayılmaya başlıyor.
    '' Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül bir dost ister kahve bahane'' lafı gerçeği yansıtsa da şöyle güzel bir muhabbetin yanında bol köpüklü bir Türk kahvesine kolay kolay hiçbirimizin hayır diyemeyeceğini biliriz. Ben de bu güzel geleneğimizi Hollanda'lı arkadaşım Iva'ya tattırdıktan  ve sallamasyon bir de fal bakıp tesadüfen doğru şeyler söyledikten sonra kalktık. Şimdiyse sırada aç bi şekilde annemin yanına gidip Iva'ya sarma ve mantı tattırmak var. Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır derler, biz de sevgili Erasmus arkadaşımla umuyoruz ki kırk yıl sürebilecek bir dostluğun ilk adımını atmışızdır.
Sevgiyle ve afiyetle kalın dostlarım (:

14 Aralık 2010 Salı

Cook with Passion

Yemeği bu kadar çok sevmem her zaman arkadaşlar ve aile arasında dalga konusu olmuştur (: Fakat benim asıl anlatmak istediğim , ben sadece yemek yemeyi değil, yemek yapmayı, yemek kültürünü öğrenmeyi, farklı lezzetler denemeyi, yemekle ilgili şeyler okumayı seviyorum. Ben gidip bir moda dergisi almaktan haz duymuyorum, Food&travel daha ilgi çekici geliyo bana ya da dans kursuna yazılmak istemiyorum, en büyük ideallerimden biri MSA diploması alabilmek. Ben bu okuldan mezun olduğumda yapacağım işin kıyısından köşesinden yemek denemekle, yemek öğrenmekle alakalı olmasını istiyorum. Murat Belge'nin kitabını okurken dünyayla ilişkim kesiliyor adeta. Her ne kadar ''Yemek yapmak kadınlara bırakılamayacak kadar mühim bir iştir'' dese de ben yine de gün gelicek ve onun fikrini değiştirebileceğime inanıyorum. Çok yemek değil kaliteli yemek önemli olan.
  İnsanlar aç, Afrika'da bir parça ekmek için mücadele eden insanları görüyoruz. Ya da açlıktan ölmek üzere olan çocuğun leşini bekleyen akbabayı çektikten sonra intihar eden fotoğrafçıyı. Bunları düşündükçe bir tarafımız içten içe, kimseye bahsedemediği bir vicdan azabı duyuyor elbet fakat eğer ki yapabileceğimiz bir şey varsa ve biz yapmıyorsak o zaman o vicdan azabını hak ediyoruz demektir.
 Herkes farklı bir şeyle mutlu olur. Bense en temel ihtiyaçlarımızdan birisinin en büyük mutluluğum olduğunu keşfettim. Bu konuda ne kadar farklı şey yaparsam ve ne kadar geliştirebilirsem kendimi o kadar zevk alacağım yaşamdan.Yiyin ama sadece yemekle kalmayın yediğinizi  keşfedin...
  Afiyetle kalın...